10 Ağustos 2010 Salı

ahde vefa , kerem ve mürüvvet ...

Bir gün Hazreti Ömer arkadaşlarıyla sohbet ediyordu. Karsıdan üç kişinin geldiğin! gördüler, iki tanesi, bir delikanlıyı yakalamış, halifenin huzuruna çıkarmak için getiriyorlardı. Oradaki sahabeler gelenlere dikkatle baktılar. Üç kişi

Hz. Ömer'in huzuruna gelip durdular.

Halife Ömer (r.a.):

- Söyleyin, derdiniz nedir? Bu delikanlının ne suçu var? Delikanlıyı sıkı sıkı tutan iki kardeşten biri:

- Efendim, bu getirdiğimiz delikanlı babamızı öldürdü. Babamızın bir suçu olmadığını düşünüyoruz. Çünkü tarlada birlikte çalışıyorduk. Gereken cezanın verilmesin! sizden istiyoruz, dediler. Hz. Ömer gence;

- Doğru mu söylüyorlar? diye sordu.
Gencin alnında boncuk boncuk ter birikmişti. Üzüntü içinde olduğu belliydi.

- Ben buraya uzak bir köyde yaşıyorum. Bir iş için Medine'ye geliyordum. Atımla ben çok yorulmustuk. Dinlenmek için hurma bahçelerinin orda mola verdik. Bir ara atımın bir ağacın dalını koparmakta olduğunu gördüm. Hemen engel olmaya çalıştım. Fakat birden bahçe sahibi ortaya çıktı. Elindeki irice taşı atıma fırlattı. Taş atın başına geldi ve atım düşüp öldü. Atımı çok severdim. Sinirlenmiştim. Ben de o taşı alip kendisine fırlattım.

Genç ağlamaklı anlatmaya devam etti.

- Bu taşın onu öldüreceğini düşünemedim. Aslında o anda kaçmak isteseydim kaçardım. Kimse beni tanımazdı. Ama ben Allah'a ve ahiret gününe inanmış bir kimseyim. Cezam ne ise onu dünyada çekmeye razıyım.

Halife Hz. Ömer bir müddet düşündü. Arkadaşlarına danıştı. Gence:

- Dinimizin emirlerine göre cezan, aynı şekilde öldürülmektir, dedi. Genç adam boynunu bükerek:

-Madem dinimizin emri böyledir. Ben bu emre razıyım. Yalnız sizden bir ricam olacak. Hz. Ömer:

- Söyle, dedi. Genç:

- Yaşadığım köyde korunmaya muhtaç küçük bir kardeşim var. Annemiz ve babamız öldüğü için ona ben bakıyordum. Babamdan miras kalan ona ait olan altınları bahçemde kimsenin bilmediği bir yere gömmüştüm. İzin verirseniz köyüme gidip o parayı çıkarayım. Kardeşimi de birine emanet edeyim ki gözüm arkada kalmasın. Üç gün sonra cezamı çekmek üzere buraya gelmeye söz veriyorum.

Hz. Ömer:

- Sen şu anda mahkumsun, seni salıvermemiz imkânsız. Ancak senin yerine kalacak bir kefil olursa o zaman seni bırakabiliriz.

Bunun üzerine genç orada bulunan sahabe üzerinde bir göz gezdirdi. Orada bulunan sahabeden Ebu Zerril Gifari hazretlerini göstererek:

- Bu zat umarım bana kefil olur dedi.

Hz. Ömer Efendimiz, Ebu Zer hazretlerine döndü:

- Ey Ebu Zer! Bu gence kefil olur musun? Ebu Zer, gencin gözlerine bakarak:

- Evet, kefil oluyorum. Bu çocuğun üç güne kadar dönüp teslim olacağına inanıyorum, dedi.

Bunun üzerine davacı iki kardeşin de rızası alınarak genç adam köyüne gönderildi.

Üç gün dolmak üzereydi. Fakat genç gelemedi. Ölen adamın çocukları, gencin gelmeyeceğini düşünüyorlardı. Ebu Zerre:

- Ey Ebu Zer! Kefil olduğun genç nerede? diye sordular. Ebu Zer:

- Vakit dolmak üzere. Eğer o genç dönmezse, söz verdiğim gibi o gencin yerine ölmeye hazırım, dedi. Orada bulunanlardan bazıları:

- Ey Ebu Zer! Kefil olduğun adam gelmedi. Kim olduğunu bilmediğin bir kimseye, nasıl kefil oluyorsun. Adam bir kere ölümden kurtuldu, bir daha geri gelir mi? diye Ebu Zer'i sıkıştırıyorlardı. Bazıları, babasi ölen gençlere diyet teklif ettiler:

- Razı olursanız babanızın yerine para verelim. Yeter ki Ebu Zer idam edilmesin, diyorlardı. Fakat onlar, bu teklifi kabul etmediler.

- Babamızın katilinin kanı akmadıkça buradan ayrılmayız, diyorlardı.

Tüm Medine halkı bu olayı duymuştu. Gencin yerine Ebu Zer'in idam edileceği haber verildi.

Şehir halkı çok sevdikleri, peygamberimizin dostu olan Ebu Zer'i kaybedecekleri endişesi içindeydi.

Vakit tamam olmuştu. Ebu Zer idam olacağı yere gitti. Herkes heye¬canla ve üzüntüyle olayı izliyordu. Hz. Ömer idam emrini verdi. "Başla!"

Tam bu sırada ortalığı inleten bir ses duyuldu.

- Durun, durun!

İdamlık genç kan ter içinde koşarak Ebu Zer hazretlerinin ellerine sa¬rıldı. Nefesi tıkanıyor, gözyaşları içinde zor konuşuyordu. Üstü başı sırılsıklamdı.

Yorgun olduğu gözüküyordu.

- Çok şükür, vaktinde yetişebildim. Ne olur, sizi zor durumda bıraktığım için hakkınızı helal edin, dedi.

Orada bulunanlar, kendisinden ümit kesildiği halde bir adamın koşa koşa ölüme gelmesine hayret ettiler.

- Aferin delikanlıya, sözünün eri çıktı. Mü'min dediğin böyle olmalı, diyorlardı.

Genç:

- Ben Allah'a ve ahirete inanan biriyim. Elbette sözümde durmalıyım. Geç kalışım elimde değildi. Köye gidince paraları çıkarıp yetim kardeşimi yakınımıza teslim ettim. Dönüşte yağmur sularından vadiyi sel bastığını gördüm. Telaş içinde geçecek bir yer aradım. Bulamadım.
Kendimi suya bırakıp bu tarafa zor geçtim. Çok uzun zamandan beridir koşuyorum.

Genç, bu sözleri söyleyince yorgunluktan ve telaştan yere yığıldı.

Kendine gelince idam edileceği yere geçti:

- Müslüman olan sözünde durur. Ölümden kurtulan var mı ki ben kurtulayım.

Hem ahirette çekeceğim cezayı şimdi çekeyim. Mahşerde bu gençler yakama yapışıp Rabbimin huzurunda beni mahcup etmesinler, dedi.

Bütün Medine halkı ile beraber babaları öldürülen iki genç de ağlıyordu. İki gençten birisi:

- Ey halife! Ey Medineliler! Ebu Zer bu gence kefil olmakla örnek bir davranışta bulundu. Babamızı öldüren genç ise sözünde durarak onu mahcup etmedi. Biz de bize yakışanı yapmak istiyoruz. Allah rızası için davamızdan vazgeçiyoruz. Delikanlıyı bağışlıyoruz. Ayrıca diyet (kan parası) da almıyoruz, dedi.

Bu sözler, orada bulunan herkesi sevindirdi.

Olay tatlıya bağlanmıştı. Herkes sevinçliydi.

Ebu Zer'e sorarlar:

- Neden tanımadığın birisine kefil oldun, ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kaldın?

Ebu Zer şu cevabı verir:

- Dünyada AHDE VEFA kalmadı mı desinler?...

İdam edilecek olan gence sorarlar:

- Sen bir kefil bulmuştun, Üç günlük bir süre de almıştın. Kaçsaydın kimse seni bulamazdı. İsteseydin gelmezdin. Neden geri geldin? Kefilin senin yerine idam edilecekti.

Genç şunu söyler:

– Dünyada MÜRÜVVET kalmadı mı desinler?...

Babalarının katilini affeden ve diyet parasından da vazgeçen gençlere neden böyle yaptıklarını sorarlar. Gençler şöyle derler:

- Dünyada KEREM kalmadı mı desinler?...


Hamiş:

Ahde vefa:
Verilen söz ve yemine bağlı kalma, sözünü tutma.
Bu terim, insanların ve dostların birbirlerine hal dilleriyle verdikleri bir söz vardır. Emniyet, güven, itimad, sevgi, dürüstlük, yardımseverlik, iyilik, hoşgörü vb. güzelliklere bağlı kalma diye de edepli bir şekilde hayatımızda yaşamaktadır. Türk milletinin binlerce yıldan beri ayakta kalmasının en büyük destekçisidir bu ahde vefa... Öyle bir okunuşta geçiştirilecek bir şey değil. Çok şükür bu meziyetimizle birbirimize kenetlenmişizdir.

Mürüvvet:
Sözlükte şunları yazıyor: İnsanlık, insanlığa uygun olan şeyi yapmak. Güzel ve iyi şeyleri alıp, kötü şeyleri ve hâlleri bırakmak. Ana baba saadeti. Mertlik, yiğitlik. Reculiyet.
Bu terimin tam manası sonundaki kelimede yatmaktadır: Reculiyet. Yani adamlık. Hani ne zaman adam oluruz diye her vesile ile sorarız ya, işte onun cevabı "ne zaman mürüvvet sahibi olursak o zaman" dır. Öyle anne babanın çocuklarının evliliklerini görmesine mürüvvet deyip de işi hafife almayalım. Artık çocukları kendi mürüvvetlerini kendileri temin edebiliyorlar. O zaman mürüvvet insana yakışanı yapmaktır. Ne büyük haslet. Ne Yücelik.

Kerem:
Sözlükte ilginç karşılıkları var bu kelimenin. Biz hep "kerem et" deriz. Ama öyle değil. Konuştuklarımızın ne manaya geldiğini bir bilebilsek. Ah bilinç, şuur, akıl, tefekkür. Nerdesiniz? Şunlar yazıyor kerem karşılığında, sözlükte: cömertlik, lütuf, ihsan, ikram, iyilik, inayet, yardım, izzet, şeref.
Dikkat ettiyseniz ilk yedi anlamın sonucunu sekizinci ve dokuzuncu kelimelerde de veriyor. İzzet ve şeref sahibi olmanın yolu ikram, cömertlik, ihsan, lütuf ve yardımdan geçiyor. Eee, kerem sahibi olmak kolay değil.

AHDE VEFA göstererek MÜRÜVVETLİ olan KEREM sahibi insanlardan olmak temennisiyle...

Ve Allah, MÜRÜVVETLİ ve KEREM sahiplerine karşı olan VEFAMIZI engelleyecek insanî ve cinnî, maddi ve manevi bütün engelleri ortadan kaldırsın.

Hiç yorum yok: